Romanya, Sırbistan ve Karadağ’ın elden çıkması, Teselya’nın Yunanistan tarafından işgali (1878)
Sırbistan, 1815 yılında özerklik kazandı. Bu özerklik, Ruslarla imzalanan Akkerman Antlaşması (1826) ve Edirne Antlaşması ile teyit edildi. 1835 yılında Sırbistan’ın ilk anayasası kabul edildi. 1867 yılında ise Batılı ülkelerin baskısıyla Türk birliklerinin Sırbistan’daki bütün kalelerden çekilmesi üzerine Sırbistan, görünüşte özerk, ancak fiilen bağımsız bir yapıya kavuştu. Karadağ ise İşkodra’ya bağlı bir sancak olmakla birlikte Osmanlı hâkimiyeti için askerî harekât yapılmasına lüzum görülmeyen çorak bölgedevladikaadlı yöneticiler kısmî bir özerklik yaşamakta olup 1852 yılında Rusların da desteğiyle Karadağ Prensliği adıyla bu özerkliğini resmiyete kavuşturmayı başarmışlardı. 1858 ve 1862 yıllarındaki Osmanlı-Karadağ savaşlarının sonucunda imzalanan belgelerde Karadağ’ın sınırları da belirlenmişti. Sırbistan ile savaş, başlangıçta Osmanlı ordularının başarısıyla sonuçlandı. Sırpların Niş, Pirot ve Sofya hedeflerine yönelik başlattıkları taarruzları durduran Türk birlikleri karşı taarruza geçti ve 1 Eylül 1876 tarihinde Aleksinaç Muharebesi’nde Sırpları kesin bir yenilgiye uğrattı. Ekim ayında Sırpların savunmasının tamamen çökmesi ve Osmanlı ordusuna Belgrad yolunun açılması üzerine Rusya, 48 saat içinde silahlı çatışmaların durdurulması hususunda Osmanlı Devleti’ne ültimatom verdi. Rus baskısına boyun eğmek zorunda kalan Osmanlı Devleti ateşkes yaptı. 15 Ocak 1877 tarihi itibarıyla Sırbistan ile savaşın ilk merhalesi kesin olarak sona erdi. Karadağ ile 18 Haziran 1876 tarihinde başlamış olan savaşta ise Osmanlı ordusu başarısız oldu. 18 Temmuz’da Niksiç Muharebesi’nde yenilgiye uğrayan Osmanlı ordusu geri çekilmek zorunda kaldı.
Balkanlarda ortaya çıkan buhranı çözüme kavuşturmak gayesiyle ve Osmanlı Devleti’nin Balkanlardaki eyaletlerinin idari şartlarını düzenlemek üzere Avrupa ülkelerinin baskısı ile İstanbul’daki Haliç tersanelerinde toplanan Tersane Konferansındaki başarısızlık, sonrasında Ruslarla harbin çıkması üzerine hem Sırbistan, hem de Karadağ ile muharebeler de yeniden başladı. Osmanlıların neredeyse bütün birliklerini Ruslarla savaşa teksif ettikleri bir dönemde Sırbistan ve Karadağ’daki az sayıdaki birlikle savunmada kaldılar ve mağlup oldular. Sırplar 1878 yılında Niş, Pirot ve Vranje’yi ele geçirirken Karadağlılar da Nikşiç, Podgorica, Bar ve Ülgün’ü işgal ederek Adriyatik Denizi’ne çıktılar.Bu arada 93 Harbi öncesi ve başında Osmanlı himayesindeki Romanya Prensliği, Osmanlının, Rumen Kralı I. Carol’un baştaki Osmanlı yanlısı tutumunu değerlendirememesi ve Kırım Harbinin aksine Romanya’da savunma yapmak yerine Tuna boyunda savunma yapma stratejisi ardı ardına stratejik hataları karşısında Rus işgaline uğramamak ve bağımsız olmak için Osmanlı aleyhine dönmüştü. Ruslarla 1877’de Bükreş’te anlaşıp ülke bütünlüklerine saygı gösterme, işgale uğramama şartlı olarak Rus kuvvetlerinin geçmesine izin verdi, fiilen Osmanlı’ya karşı bağımsızlığını ilan etti ve sonrasında Ruslar yanında savaşa girip Rusların ilerlemesine kendi askerleri ile katıldı. Öyle ki Plevne Muharebelerine Rumen Kralı’da Rus İmparatoru ile birlikte ordusuyla iştirak etmiştir. Neticede savaş sonrası Ayastefanos ve Berlin Antlaşması ile hukuken de bağımsızlığı tanınarak Osmanlı’dan ayrılıp Kuzey Dobruca’yı da topraklarına katıp Romanya Krallığı olarak bağımsız bir devlet haline gelmiştir.
Bunlar sürerken Yunan Ordusu, beklenmedik şekilde savaş ilan etmeden Osmanlı’nın elindeki Teselya’yı işgal etti. Bölgedeki Osmanlı birlikleri Rus-Sırp-Romanya-Karadağ kuvvetleri ile savaşta olduğundan sayıca yetersizlikten bu işgale karşı koyamadı. Osmanlı Devleti 1878 yılında imzalanan Ayastefanos Antlaşması ve Berlin Antlaşması ile Karadağ ve Sırbistan’ın bağımsızlıklarını tanıdığı gibi kaybettiği toprakların bu iki ülkeye ait olduğunu da kabul etti. Teselya’da Yunanistan’a verilmek zorunda kalındı.
Savaş neticesinde imzalanan Berlin Antlaşması’na göre Karadağ bağımsız olmuştur. 1879’dan itibaren Karadağ’la diplomatik ilişkilerin de başladığı bu dönemde ilişkilerde mühim bir mesafe kat edilmiştir. Balkan Savaşları’na kadar küçük sınır çatışmaları haricinde Osmanlı-Karadağ ilişkilerinde savaşsız bir dönem geçirilmiştir.
Arnavut Milliyetçi Hareketi ve Prizren Birliği (1878-1881)
93 Harbi sonrasında yenik düşen Osmanlı İmparatorluğu Sırbistan’a ve Karadağ’a toprak bırakmak zorunda kalmıştır. Ayastefanos Antlaşması ile Makedonya’yı da içine alan bir Bulgaristan Krallığı kurulması kararlaştırılmıştı. Diğer taraftan Sırbistan’da ele geçirdiği bölgelerdeki Arnavutları sürmeye başladı. Özellikle %70’i müslüman ve Osmanlı’nın pek çok savaşında yer almış son derece sadık vatandaşlarının haklarını koruyamaması, daha başka çeşitli bölgelerinde Sırbistan, Karadağ’a terk edileceği söylentileri Arnavut ve müslüman ahalide büyük bir hoşnutsuzluk yarattı. Bölgedeki halkın çeşitli kesiminden kişiler Osmanlı’ya hizmet vermiş veya müslüman halkça saygı gören 47 Arnavut beyinin başkanlığında Berlin Antlaşmasının hemen öncesinde 10 Haziran 1878’de toplandı. Prizren Ligi veya Prizren Birliği (İttifakı) adı verilen bir örgüt kurulması kararı aldılar. Örgüt Prizren Ulusal Savunma Komitesi Kararnamesi adlı bir beyanname yayımlayarak 18 Haziran 1878’de bölgenin Osmanlı İmparatorluğu’ndan koparılmaması, Osmanlı’nın toprak bütünlüğünün korunması bu amaçla Osmanlı’ya destek verilmesi yolunda Prizren Ulusal Savunma Komitesi Kararnamesini yayınladı.İlaveten Arnavutların yaşadığı vilayetlerin birleştirilmesinin istenmesi de kararlaştırıldı. Bunun ardından bölgedeki Arnavutlar silahlanmaya milis güç örgütlenmesine başladı. Her ne kadar ilgili örgüt bağımsız bir Arnavutluk kurulması amacıyla kurulmamışsa da çıkarılan metinde bu yönde Osmanlı’dan bölgenin alınması durumunda bir talep olacağı ima edilse de; Fraşirili Abdül Bey gibi bağımsızlık düşüncesinde olanlarda vardı ve bu hareketi destekleyen ve katılanlar arasındaydı. Temmuz’da Berlin Kongresi’nde kendisi ve 60 kadar kişi birlik adına bir mektup yolladılar ve Arnavut olarak kendilerinin tanınmasını istediler.
Talepleri özellikle Bismark’ın Arnavut diye bir ulus yoktur burada olsa olsa coğrafi bir birlik olur sözleri ile dikkate dahi alınmadı. Bunun yanında Berlin Antlaşması ile Arnavut ve Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu Bar, Podgorica ama en önemlisi Gusinye ve Plav çevresinin Karadağ’a bırakılmasına karar verildi. Bunun üzerine birlik bu anlaşma şartlarını kabul etmeyip silahlı mücadeleye girişmeye karar verdi. Öte yandan bu bölgenin devri Osmanlı’nın da istediği bir durum değildi. Fakat Rus birliklerinin, bu bölgelerin Karadağ’a katılması kesinleşmedikçe Doğu Rumeli’yi tahliye etmeyeceklerini öngören Rus ültimatomu karşısında Osmanlı’nın da başkaca bir çaresi kalmamıştı.Osmanlı İmparatorluğu Berlin Antlaşması şartlarını kabul ettirmek için Müşir Mehmet Ali Paşa ve birliğin bildirisine imza atan ancak sonrasında birlikten ayrılan Abdullah Paşa Dreni’yi ikna için bölgeye gönderdi.
Kıbrıs’ın İngiltere’ye kiralanması (1878)
Avusturya-Macaristan’ın Bosna-Hersek’i işgali (1878)
İran’a Kotur ve çevresinin terki (1878-1879)
İran’da Nasıreddin Şah’ın kardeşi olan Mülk-i Ara Abbas Mirza, kardeşi tarafından sevilmezdi, bilhassa babalarının ölümü üzerine Nasireddin Şah ona karşı düşmanlığını daha fazla belli etmeye başlamıştı. Tahtını sağlama almak isteyen abisinin kendisini öldürme riski altında İngiltere ve Rusya’nın desteklediği Abbas Mirza ülkeden kaçmak zorunda kalmış ve önce Osmanlı İmparatorluğu’nda Bağdat’a sonra 1852’de İstanbul’a gelmiştir. Nasireddin şah kardeşi için Sultan Abdülaziz’le konuşmuş ve Sultandan Şehzadenin huduttan uzak tutulmasını, Halep veya Diyarbakır’a gönderilmesini istemiş, iki tarafta bu şekilde anlaşmıştır. Ancak sonrasında Nasireddin Şah, Bağdat’a gitmiştir. 93 Harbinde Osmanlı’nın endişesi savaş sürerken İran’ın Rus tarafını tutması ve tarafsız kalmayacağı korkusu olmuştur. İran, Nasireddin Şah’ın Bağdat’tan çıkarılması şartını ileri sürmüştür. İngiltere’de İran’dan Rusya yanında Osmanlı İmparatorluğu’na karşı cephe almamasını 1878’de talep etmiş, Nasireddin Şah “Osmanlı Devleti Abbas Mirza’yı Bağdat’tan sürdüğü takdirde Rusya ile bir anlaşma yapılmayacaktır” cevabını vermiştir.Bunun üzerine Abbas Mirza Tahran’a can güvenliği garanti şartlı Osmanlı’ca II.Abdülhamid tarafından geri gönderilmiştir. Bir müddet sonra abisince Zencan Valiliğine tayin edilmiştir.
Osmanlı 93 Harbinde yenilince Berlin Antlaşmasında İngilizlerin araya girmesi ile Eleşkirt Ovası ve Doğubayazıt’ı geri vermeyi Ruslar kabul etmişti. Ancak Berlin Antlaşması’na İran’dan bir temsilci katılmıştı. Ruslar için stratejik öneme sahip kendi toprakları içinde sorun teşkil edebilecek Kotur şehrinde Osmanlı varlığını kabul etmek istemiyordu. Burası İran ile Osmanlı arasında da sınır anlaşmazlığında sorunlardan biriydi. Ruslar, Berlin anlaşmasına gözlemci gönderen İran’dan yana tavır alarak ellerindeki Doğubayazıt’ı ancak İran’a bu şehir ve çevresindeki köylerin Osmanlıca verilmesi karşılığında teslim edeceğini bildirdiler. Osmanlı Rus şartını bunun gereği olarak Kotur ve 18 köyü İran’a bırakmayı kabul edip, 1879’da burayı boşalttı. İran, Kotur ve çevresindeki 18 köyü böylece almış oldu; Ruslar’da işgal ettikleri Doğubayazıt’ı Berlin Antlaşması gereği Osmanlı’ya geri verdiler.[122]Böylece kötü durumdaki Osmanlı İmparatorluğu, İran’a karşı da toprak kaybetmiş oldu.
Tarihçi Akşin’e göre Osmanlı Devleti’nin Berlin Antlaşması’nı imzalarken habersiz olduğu gizli anlaşmalardan biri de Fransa ile İngiltere ve Almanya arasında yapılmıştı. Bu gizli pazarlıkta İngiltere aldığı Kıbrıs’a karşılık Tunus’un Fransa’ca işgaline ses çıkarmayacaktı. Fransa bunun için fırsat kollarken İtalya’nın Tunus ile ilgilendiğini öğrenince derhal harekete geçmeye karar verdi.
Fransa, Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu buhrandan faydalanıp sözde Cezayir ile bazı sınır olaylarını, iki kabilenin birbiri ile çatışmasını gerekçe göstererek1881 yılının başlarında Tunus’a girme hazırlıklarına başlar. Tarihçi Mehmet Özdemir’in yer verdiği Osmanlı arşiv ve belgelerine göredurumu fark eden Tunus beyi önce 19 Nisan’da Fransa’ya karşı Osmanlı devletinden yardım ister ama II.Abdülhamid ve Babıali donanmadan savaş gemilerini göndermek Fransa’yı karşısına almak yerine, çeşitli çekincelerle bu yola başvurmaz. Tunus beyi Mehmed Sadık Paşa’ya diplomatik çözüm ve Fransa ile iyi ilişkilerin korunması tavsiyesi verir. 5 Mayıs 1881’de durumun daha da gerginleşmesi ve Fransa’nın tümden işgal ve saldırmak üzere olduğunu anlayan Tunus beyi (valisi) çaresizce Osmanlı Devleti’nden durumun vahametini bildirip doğrudan gecikmeden savaş gemisi gönderip Fransa’ya karşı güç gösterisi yapması ve asker göndermesini talep edip açık açık yardım ister. Bunun halkın Osmanlı tarafından sahiplendiğinin delili olacağını kendisinin ve Müslüman halkın yalnız bırakılmaması ve yardımın geciktirilmemesi gerektiğini de alenen ve açıkca belirtir. Nihayet 2.Abdülhamid ve Babıali gemi gönderme kararı alır durum Tunus Beyine bildirilir ama gemilerin yola çıkması hala gecikmiştir.8 Mayıs’ta Tunus beyi tekrar telgraf çekip yardım gönderileceği belirtilen telgrafın kendisini rahatlattığını ancak gemilerin geciktiğini Fransız birliklerinin denizden Tunus’a çıkarma yapmak üzere olduğunu bildirir.Osmanlı gemileri gidemeden 11 Mayıs 1881’de Fransız birlikleri Tunus’a denizden çıkarma yapar. Tunus valisi Mehmet Sadık Paşa diğer şehrin ileri gelenleri ile direniş örgütleme görüşmesi yapar.Öte yandan da Osmanlı yardımının zamanında yetişemeyeceğini anlayan vali çıkarmanın hemen öncesinde İngilizlerden de yardım istemiştir.İngilizler sözde yardım edeceklerini bildirse de esasında Fransa ile önceden anlaşmalı valiyi oyalama ve Fransa’nın ilk günden bir direnişle karşılamasını engelleme peşindedir. Tunus Belediye başkanı Zerruk Paşa,şehrin ileri gelenleri ve vali Manuba valilik sarayında toplanıp direniş kararı alır. Vali onayıyla Zerruk Paşa direnişi örgütlemek için Tunus şehrine gider.Ancak bunun akabinde valiye -kuvvetle muhtemel Fransız tertibi olan- bir telgraf gelir. Telgrafta padişah’ın “Tunus valisi Mehmet Sadık Paşa’yı azledip yerine Tunuslu Hayrettin Paşa’yı (Zerruk Paşa onun akrabasıdır) bey olarak görevlendirmeye karar verdiği” belirtilmektedir.[126]Vali telgrafı gerçek sanıp uğradığı derin kuşku ve hayal kırıklığı ile sarayından direnişi örgütlemeye bu telgraf üzerine Tunus şehrine o gün hareket etmez.
Ertesi gün 12 Mayıs 1881 tarihinde Manuba’da Sarayı’nda vali Fransızlarca kuşatılır ve bir anlaşma sunulur ya bu anlaşmayı imzalayacaktır veya en sert şekilde kendisi ve karşı koyanlara saldırılacaktır. Direniş yanlısı Zerruk Paşa ileri gelenler saraya gelip vali ile konuşmaya çalışsa da, gelen telgraf ve Hayrettin Paşa ile akrabalığından Tunus Beyi onu dinlememekle kalmaz, birde Belediye başkanlığı görevinden alır, toplantıyı dağıtır. Fransız tehdidine boyun eğip Bardo’da, Bardo Antlaşması’nı imzalar.Fransa’da, Tunus’u kendi himayesine aldığını duyurur.
Osmanlı bu durumu henüz kabul etmemektedir. Ancak II. Abdülhamid’in tutuklatmak istediği Midhat Paşa ise Bardo Antlaşması’nın imzalanmasından beş gün sonra, -Akşin’in iddiasına göre 16 Mayıs’ı 17 Mayıs 1881’e bağlayan akşamda İzmir’deki konağının kimliği belirsiz kişilerce basılması akabinde –İzmir Fransız Konsolosluğu’na sığınır. II. Abdülhamid de Midhat Paşa’nın teslim edilmesini istemiştir. II. Abdülhamid’in bu isteğine karşı gelmek Fransa’nın Tunus’a el koyma politikasını sekteye uğratabileceği ve geciktirebileceği için Fransa, Midhat Paşa’yı teslim etmeye karar verdi.Böylece Midhat Paşa Osmanlı Hükûmeti’ne teslim oldu. Fransa’nın Midhat Paşa’yı çabuk teslim etmesi, Tunus sorununda II. Abdülhamid’in yumuşamasını sağladı.II. Abdülhamid’in politikasındaki bu değişiklik, Tunus sorununun Fransa’nın çıkarına göre gelişmesini hızlandırmış ve Tunus’un Osmanlı’nın elinden çıkmasını kolaylaştırmıştı.8 Haziran 1883’te Tunus beyince Bardo anlaşmasına ek Mersâ Antlaşması imzalanınca Tunus, Fransa’nın resmen tam idaresine girdi, sömürge halini aldı.Böylelikle Osmanlı Devleti de Tunus gibi çoğunlukla Müslümanların yaşadığı bir toprak parçasını daha kaybetmiş oldu.Halk bunlara tepki göstersede direnişçiler arasında artık bir koordinasyon olmadığından Fransızlar isyanları bastırmıştır.
İngiltere’nin Mısır’ı işgali (1882) ve Akabe Krizi (1906)
Sudan ve Habeş vilayetlerinin kaybı (1880-1885)
Doğu Rumeli’nin Bulgaristan Prensliği ile birleşmesi (1885-1886)
Doğu Rumeli’nin Bulgaristan Prensliği ile birleşmesi (1885-1886)
Ammiyya İsyanı (1889-1890)
Suriye’de Havran’da ve Lübnan’da Dürziler ve Al Atraş Aşireti bulunmaktaydı. Bölgede büyük toprak sahipleri hakim konumdaydı ve özellikle 1860larda çıkarılan Arazi Kanunu neticesinde köylünün arazisine el koyma, köylüleri sürme arazilerinden istediği gibi pay alma şeklinde çeşitli hakları vardı. Ortak arazilerini büyük arazi sahipleri ile paylaşmak istemeyen fakir konumdaki çiftçiler ve kiralık arazi işletenleri Dürzi El Atraş Aşiretinin liderliğinde bölgede ayaklanma çıkardılar. Osmanlı İmparatorluğu isyancıların taleplerini kabul etmek zorunda kaldı. Buna göre Kiracı çiftçiler ve tarım işçileri, yerel şeyhlerin suistimallerini engellemiş ve onları ortak arazinin sadece 8’de birinden pay isteyebilecekleri yönünde sınırlanması, ayrıca, ortak arazinin geri kalanını şeyhin kontrolü dışındaki bireysel parsellere bölünmesi (toprak reformu) ve çiftçileri büyük arazi sahiplerinin küçük fakir çiftçileri sürgün etmesinin engellenmesi talepleri Osmanlıca kabul edildi. Bunun yanında bölgedeki fakir halkın özellikle Buğday ve tahıl pazarlamasını ürün satışını kolaylaştırma ve bölgenin kalkınmasını sağlama bunun yanında bölgenin kontrolünü denetimini kolaylaştırma bağlamında II. Abdülhamid ve Osmanlı idarecileri Hayfa, Beyrut, Şam arasına demiryolu inşa etmeye karar verdi. Bu amaçla Belçika ve Fransız şirketleri ile anlaşılıp demiryolu inşası için Şam–Hama ve Temdidi Osmanlı Demiryolu Şirketi kuruldu ve bu şirkete imtiyaz tanındı.Ancak aynı bölge II. Abdülhamid’in hemen sonrasında bu defa kurulan demiryolu hatlarından vergilendirme ve zorunlu askerlik kaynaklı bağımsızlık talepli Havran Dürzi İsyanı’na (1909) konu olacaktır.
Yemen isyanları 1886, 1895-1897, 1904-1906
Yemen Kanuni döneminde fethedilmiş olsa da Yemen’de Şii Caferi mezhebine bağlı Zeydilik görüşünü benimseyen Yemen Zeydilerine ait Sanaa’nın kuzeyindeki dağlık bölge ve çevresi fethedilememiş sadece aşağı sünni nüfusun olduğu sahil kesimleri alınabilmişti.Bununla birlikte bu bölgenin kontrolünü hedefleyen 1630 Osmanlı harekatı da başarıya ulaşmadı. Sonrasında Osmanlı’nın vassalı konumundaki Aden’i elinde tutan Lahic (Lahej) Sultanlığı 1740’da Osmanlı’dan ayrıldı.Bununla birlikte Osmanlı İmparatorluğu Zeydi bölgeleri ele geçirme ve egemenliğini genişletme arzusuna devam etti. 1830’da küçük parçalara bölünen Zeydi Sultanlıklarını Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa ile işbirliği yaparak elde etmeye çalışsa da Mehmet Ali Paşa’nın girişimlerine İngiltere ve Fransa’nın karşı çıkması neticesi Paşa kuvvetlerini geri çekti. Bu arada İngilizler 1839’da Lahic Sultanlığı’na bağlı Aden’e saldırıp şehri ele geçirdiler. Burayı Hindistan yolundaki Arap yarım adasındaki bir üs olarak kullanmaya başladılar. 1849’da Osmanlılar bir İmam’ın dağlı Yemen’in Osmanlı vasalı olma arzusunu bildirmesi üzerine tekrar Sanaa yönüne ilerlemeye başlasalarda Zeydi direnişi neticesi tekrar geri çekildiler. 1872’de ise nihayet yerel soyluların beceriksiz yeteneksiz Zeydi İmamlar karşısında daveti üzerine Osmanlılar, Ahmet Muhtar Paşa komutasındaki ordu ile tekrar Yemen’in dağlık kısmı üzerine giderek Sanaa ve çevresini ele geçirip Aden ve Yemen’in en güneydeki sahil kesimi dışındaki yerlerde Yemen Vilayeti’ni kurdular.Bununla birlikte Aden’deki İngilizlerin pek boş olduğu söylenemez. İngilizlerin bu bölgeye ilgisi Osmanlılarca engellenmeye ve bu yönde İngilizlerle müzakerelere girişilmeye çalışılmışsada İngilizlerle anlaşma sağlanamamıştır. Yemen artık 1872 sonrası Merkezden atanan idarecilerle yönetilmeye başlandı ve bayındırlık hizmetleri de yapıldı.
Ancak merkezde atanan kişilerin karıştığı yolsuzluk olayları ve Osmanlı’nın Zeydi imamları yani Zeydilerin liderlerini tanımamaları Sanaa ve çevresinde yerel halkın hoşnutsuzluğuna sebep oldu. 1886’da adalet söylemiyle Zeydiler isyan ettiler. İsyan bastırıldı.
Diğer bir isyan da 1895 yılında vuku buldu. İsyana önderlik eden kişi İmam Hamidüddin’dir. (Mansur olarak da bilinir, İmam Yahya’nın babasıdır). Bu isyanı bastırmak üzere Yemen’e gönderilen Hüseyin Hilmi Paşa ve askeri tabur iki yıl boyunca isyancılarla uğraşmak durumunda kalmış ve nihayetinde hareket başarıyla sonuçlanmıştır. Ancak pek tabiidir ki bu savaş Osmanlı ekonomisine ciddi zararlar vermiştir.
Sonrasında Osmanlar Zeydi imamlarını tanımamakta devam etmişlerdir. Sonradan bölgeye gönderilen Ahmet İzzet Paşa’nında belirttiği gibi Zeydi İmamlarının tanınması ve işbilir, dürüst yöneticilerin atanması ile bu sorun çözülebilecekken, Osmanlı’nın hataları İngilizlerin vs. kışkırtması ile bu iş iyice büyüyüp 1904 yılına kadar gelmiştir. 1903 sonu 1904 başında 1895 isyanının mimarı İmam Hamidüddin’in oğlu Yahya Muhammed Hamideddin Zeydilerin imamı olarak kendilerince seçilir ve halkı örgütleyip tekrar çok büyük bir isyan başlatır.
İsyancıların Sana ve Taiz’e doğru hareketi üzerine bölgedeki Osmanlı valisi Tevfik Biren merkezden yardım ister ancak yardım geç gönderildiğinden İmam Yahya ve adamları Sanaa, Taiz yolunu kesip Sanaa’yı kuşatma altına alır. Yardım için gelen Osmanlı birlikleri gerilla taktikleri ve baskınlarla geri çekilmeye mecbur bırakılır. İmam Yahya Osmanlı ile müzakere istese de Osmanlı talepleri kabul etmez. Israrlı şekilde Sanaa’yı savunur ama 1905 başında abluka ve erzak yetersizliği sonucu Sanaa’yı boşaltma kararı verilir. İmam Yahya Sanaa’daki Osmanlı birliklerinin çıkmasına izin vereceğini ama Osmanlı’nın ateşkesi kabul etmesini ister. Talep kabul edilir ve Sanaa İmam Yahya’nın eline geçer.Ancak Osmanlı Devleti ve II. Abdülhamid bu isyanı bastırmakta, Sanaa’yı geri almakta son derece kararlıdır. 40. Hamidiye Süvari Alayı Yemen’e sevk edildi ve Ahmed Feyzi Paşa bölgeye vali olarak atanır ve ilerlemeye başlarlar. İmam Yahya’da ateşkesi bozdukları gerekçesi ile Osmanlılarla çarpışmaları tekrar başlatır. Osmanlı birlikleri Sanaa’ya isyancılarla çarpışa çarpışa tekrar girerler. Paşa vekil olarak yanından Sanaa’da yanında bulunan subaylardan Ahmet İzzet Paşa’yı bırakıp İmam Yahya ve adamlarını yakalamak isyancıları yok etmek için Şehhare’ye ilerleyip orayı kuşatır. Ancak İmam Yahya’da boş durmamaktadır. Gerilla savaşları, vurkaç taktikleri yanında İkincil bir isyancı kuvveti ile şehri kuşatan Osmanlı birlikleri ve paşayı kuşatır. Ahmet İzzet Paşa’nın durumdan haberdar olup Şehhare’ye ek kuvvetleri yetiştirmesi ile Osmanlı birlikleri çemberden son anda kurtulur.
İsyan büyük ölçüde bastırılmasına karşın, Osmanlının asker kayıpları yüksekti. İmam Yahya ve adamları yakalanamamış ve vurkaç saldırıları sürüyordu. Yahya yeni ittifaklar peşinde koşuyor, isyan bildirileri tüm Yemen’de dağıtılıyordu. Öte yandan Yemen’e İtalyan ve İngilizlerin ilgi göstermeye başlaması, İmam Yahya’nın bunların yanına geçme durumu II. Abdülhamid ve kurmaylarını endişelendiriyordu. Osmanlı ve Yahya neticede aracılar vasıtasıyla bir araya geldi. Osmanlı İmamın kendi emri altında olması, adına hutbe okutması ve Osmanlı sancağının imamlık merkezi olarak kontrolü altında Saada’de olması gibi şartlar ileri sürdü. Yahya bu şartları kabul etmedi. II. Abdülhamid müzakere heyetine Yahya’nın adamlarından 40 kişi seçip Yemen’den İstanbul’a gelmesi müzakerelerin burada yapılması için yetki vermişti. Yahya’nında onayıyla 40 kişilik bir heyet İstanbul’a gitti. Ancak müzakereler sonuçsuz kaldı. Bununla birlikte ufak olaylara karşın hem Osmanlı hem de isyancıların lideri İmam Yahya uzun bir süre hareketsiz kaldılar. Müzakereler ise bu sürede el altından devam etsede sonuç alınamadı.1909’da Yahya’nın yine gönderdiği heyet ise 31 Mart olayına denk düşünce yine bir anlaşma sağlanamadı.
Osmanlı’nın Yemen isyanlarını bastırırkenki asker, malzeme ve mali kayıpları çok yüksektir. II. Abdülhamid tahttan indirildikten sonra bu defa 1909’da Yemen’de Şeyh İdrisi isyanı Asri’de patlak verdi ve İdrisi’nin İtalya’dan dış güç desteği vardı.Osmanlı bununla uğraşırken 1911’e İmam Yahya tekrar isyan etti,İmam Yahya’nın isyanı 1904-1906 İsyanı’nı bastırma görevi diplomatik müzakerelerde önemli rol oynayan genelkurmay başkanlığı seviyesine kadar yükselen Ahmet İzzet Paşaya’ verildi. İzzet Paşa 1911’de Yemen’e gelerek isyanı bastırdı ve İmam Yahya ile tekrar müzakere masasına oturdu. İmam Yahya’yı Osmanlı adına Yemen dağlık bölgesi hükümdarı olarak tanıyan ayrıca Yemen dağlık bölgesine otonomi veren Da’an Antlaşması’nı imzaladılar. Osmanlı İmam Yahya’nın hak iddia ettiği dağlık bölge toprakları kendisine bırakılacak, Yahya hükümranlık bölgesinde içişlerinde serbest olacak öte yandan Şeyh İdrisi’nin yakalanması ve mücadeleye Osmanlı ile birlikte katılacak, topraklarında Osmanlı’ya karşı bir faaliyete izin vermeyecek ve isyan etmeyecekti, sembolik olarak Osmanlı birlikleri bölgede bulunacaktı, yine Yahya buna karşın müminlerin emiri ünvanından vazgeçecek kendisine her yıl 20.000 Osmanlı altını ita olunacak ve Zeydilik Osmanlıca Yemen’nin dağlık bölgesinde tanınacaktı. Yahya sözünü tuttu. Lawrence ve Arap isyanına karşın I. Dünya Savaşı’nda Yemen toprakları nispeten sakindi.Hatta Osmanlı yanında Hicaz-Yemen Cephesi’nde İngilizlere karşı saf tuttu.Ancak Osmanlı İmparatorluğu 1918 yılında Mondros Ateşkes Mütarekesi’ni imzalayarak Arabistan’dan çekilmesiyle İmam Yahya San’a’ya girerek bağımsızlığını ilan etmiştir.Öte yandan hem İmam Yahya hem İdrisi isyanlarıyla uğraşan Ahmet İzzet Paşa’nın eksikliği komutanın Nazım Paşa tarafından üstlenilmesi 1.Balkan Savaşı’nın Osmanlı aleyhine sonuçlanmasındaki faktörlerden biri olmuştur.